22 Aralık 2008 Pazartesi

A Vampyre Story

A Vampyre Story





Macera oyunlarının son yıllarda kan kaybettiği, çoğu oyuncunun göz ardı edemeyeceği bir gerçek. Bu tür oyunların azalmasının yanı sıra, artık eskisi gibi kaliteli oyunlar da göremez olduk. Bu yüzden yıllarca, bütün gözler ister istemez kaliteli macera oyunlarının yapımcılarına çevrilmişti, “ne varsa eskilerde var” denilerek. İşte o sıralar, efsanevi macera oyunlarından Monkey Island’ın yapımcıları, yepyeni bir oyun duyurmuştu ki, bu olay bütün macera severlerin uzun bir bekleyişe girmesine yol açtı.

İlk kez 2004 yılında duyurulan yapım, 2006 yılında çıkarılacak olmasına rağmen, çeşitli şanssızlıklar yaşayarak defalarca ertelendi, yapımcı değiştirdi. Oyunun asıl yapımcısı Bill Tiller, 9 yıl LucasArts'ta sanat yönetmeni olarak çalıştıktan sonra, firmayla sorunlar yaşayarak, AVS(A Vampyre Story) projesi bitmeden LucasArts'tan ayrıldı. Bu ayrılığın sonucu Bill Tiller, Autumn Moon firmasını kurarak, AVS’nin yapımına kaldığı devam etti ve ilk olarak 1995 yılında, kafasında tasarladığı AVS, 2008'in son çeyreği itibariyle nihayet hayat buldu.
Yıl, 1985. Gizemli olaylar sonrası annesini kaybeden Shrowdy Von Kiefe, büyük bir yalnızlık içindedir. Odip kompleksi hastası olan Shrowdy, bu duruma daha fazla katlanamaz ve yeni bir yoldaş arayışında, Paris Opera Sanatları enstitüsüne gider. Halka açık opera gösterimi yapan genç öğrencileri izlerken, aralarından birine aşık olur: Mona De Lafitte. Shrowdy'nin gözlerinde artık tam bir tanrıça gibidir Mona. Onunla birlikte, Draxsylvania'da ki kasvetli şatosuna gelmesi için hediyeler sunarak ayartmaya ve etkilemeye çalışır Shrowdy. Fakat Mona, Shrowdy'nin bu teklifini önemsemez, çünkü hayallerinde dünyaca ünlü bir opera sanatçısı olup, büyük şehirlerde varlıklı bir şekilde yaşamak vardır. Sabırsız vampir, Mona’yı büyüyle etkisi altına alır ve hemencecik onu şatosuna kaçırır. Mona'yı boynundan ısırarak onu bir vampire dönüştürür ve kaçmasını engelleyerek onu kaleye büyüler ile kilitler. Hayatta kalabilmesi için ona şarap diye kan içirir ve karanlıkta tutar hep. Mona, kendisinin bir vampir olduğundan neredeyse hiç haberi yoktur bu yüzden. Her gece Shrowdy, şarap(!) bulmak için dışarı çıkar, Mona'yı kalesinde kilitleyerek. Mona ise kaledeki yalnızlığını gidermek için, kendisine Froderick adında huysuz ve esprili bir yarasayı arkadaş edinir. Bir gece, Shrowdy avlanmak için tekrar şehre inerken, iki vampir avcısı tarafından avlanır. Bu yüzden Mona, kazara Shrowdy'nin kontrolünden kurtulmuş olur, fakat hala kalede kilitlidir. Mona, Froderick'in yardımı ile kaleden kurtulmaya ve hep hayal ettiği o hayata kavuşmak için Paris’e gitmeye karar verir. Oyunumuz burada başlar.

A Vampyre Story, genel olarak karışık bir yapıya sahip olmayan, 3. kişi kamera açısına sahip, Point&Click tarzı bir macera oyunu. Her macera oyununda olduğu gibi çeşitli eşyaları kullanıp, bulmacaları çözüyoruz. Kimi zaman birbirine bağlı olan bu bulmacalar, ağır bir şekilde işlenmeyerek oyunun ilerleyişini sıkmamış ve yavaşlatmamış. Ortamlara alıştıktan sonra, neleri ne için kullanacağınızı çözmek, fazla vakit almıyor. Karakterler arasındaki diyaloglar yeteri kadar yönlendirici oluyor zaten konunun ilerleyişinde. Bu noktada oyunun diğer macera oyunlarından herhangi bir farkı yok ve sıkıcı olmaktan, abartısız bulmacalar ve düzenli ilerleyişle kurtulmuş diyebiliriz. Yapımda, karakterlerimizden Mona'yı kontrol ediyoruz. En yakın arkadaşı Froderick'in ise bazı noktalarda işlevi oluyor. Onun dışında Froderick, genelde fikir verme, espri yapma gibi işleri üstlenmiş durumda. Aslında bu durum, oyuncuda hafif bir merak ve eğlence dalgasını yaratıyor. Çünkü kimi zaman Froderick ve Mona arasındaki diyaloglar oldukça eğlendirici ve komik oluyor. Her şeye diyecek bir lafı olan Froderick, oyun boyunca varlığını hissettiriyor. Bu yüzden oyunu bir adım öne çıkaran unsurlardan birinin diyaloglar olduğunu söylemek abartı olmaz. Her konuşmaya Mona'nın fiziksel olarak verdiği tepki de farklı ve bu göz alışkanlığı sıkıntısını engelleyen diğer bir etken. Bu noktada oyunun yüksek sayıda animasyonlar ile desteklendiğini fark ediyoruz. Fakat animasyonların diyaloglar kadar başarılı olduğunu söyleyemeyiz. Karakterler arası ve nesnelerle olan etkileşim, kimi zaman 'nesnelerin birbiri içinden geçmesi' gibi sorunlarla karşılaşıyor. Bu olay, çoğu oyunda bulunan bir durum, fakat AVS bir noktada bu oyunlardan ayrılıyor. Grafikler Yapımda 50’nin üzerinde el çizimi mekân kullanılmış ve bu çok şık duruyor. Fakat bu durum az önce belirttiğimiz sorunun da sırıtmasına sebebiyet veriyor. Oyundaki mekânlar el çizimi olduğu için, etkileşimi bulunan eşyalar biraz garip duruyor ve haliyle iyi oturmamış gibi görünüyorlar. Onun dışında grafikler oyunun havasıyla başarılı bir şekilde birleştirilmiş ve yapıma masalsı, gotik ve kasvetli bir hava katmış. Modellemeler özenli ve özgün bir şekilde hazırlanmış, animasyonlar kendi çaplarında çeşitliliklerinden dolayı sıcak ve göze hoş geliyor. Bu yüzden oyundaki öğeleri diğer oyunlarla karşılaştırmamız güçleşiyor. Tamamıyla kendi havasına alan bir yapım çünkü AVS. Oyundaki bazı ara videolar, çok güzel hazırlanmış ve ortam tamamıyla el çizimiymiş gibi görünüyor. Oyunun kendi ilerleyişinden çok da farklı olmayan bu videolar, ister istemez oyuncuya “neden oyunda bu şekilde değil?” diye sordurtabiliyor. Çünkü yapımda, bahsettiğim gibi çizim olanlar ve olmayanlar belli oluyor, fakat video da ise her şey bu ikisinin ortasında ve çok çekici görünüyor uyumluluğundan dolayı. Her şeye rağmen, bu durumun da bir artısı var. Oyunda her nesnenin üzerine işaretçimizi getirip “Acaba” lar ile başlayan sorular sormuyoruz kendimize. Yani oyunda işlevi olan her nesne, genelde kendini belli ediyor. Bu yüzden piksel avcılığı yapmamıza gerek kalmıyor. Yinede, bu durum bazı oyuncular için 'eksi' niteliği taşıyabilir, çünkü bu noktada oyun fazla basitleşiyor.

Yapımda kullanılan seslendirmeler profesyonelce hazırlanmış ve oyunun bu en büyük artılarından biri. Oyunda sürekli espri yapan Froderick ve her şeye farklı yorumlarda bulunan Mona, bu başarılı seslendirmeler sayesinde fazlasıyla sempatik birer karakter haline geliyorlar. 16’yı bulan diğer karakterlerin de seslendirmeleri, bir o kadar başarılı. Müzikler oyunla gayet uyumlu ve kaliteli fakat bir noktadan sonra can sıkabiliyor çünkü hep aynı telden çalıyor. Yani kasvetli, klasik şato müzikleri diyebiliriz. Yine de ortamların değişmesi ile müziklerin de değişmesi, bu durumun çekilmez bir hale gelmesini engelliyor.
Oynanış olarak yeni bir şeyler getirmeyen AVS, önceki macera oyunlarına benzer bir eylem ara yüzü kullanıyor. Nesneye sol tıkladığımızda “üzerine uç, eline al, konuş, tespit et” gibi seçenekler çıkıyor. Bu seçenekler kimi zaman, nesnelere göre değişiyor. Örneğin “eline al” kimi zaman “ itekle”, “ üzerini temizle” gibi seçeneklerle yer değiştiriyor. Fare ye sağ tıkladığımda ise envanterimiz çıkıyor. Envanter ara yüzü Mona'nın tabutu olarak görünüyor ve bu hoş duruyor. Mona bulduğu her şeyi yanına almıyor. Bu tür nesnelerin tabutta simgesi bulunuyor ve kullanacağımız zaman Mona yerlerini hatırlayıp, otomatik olarak o mekâna giderek, nesneyi alıp geliyor. Nesneleri birleştiremiyoruz fakat bazı durumlarda nesneleri karakter üzerinde kullanabiliyoruz. Örneğin çamaşır mandalını Froderick'in burnuna takıp, pis koktuğu için gitmek istemediği bir yere gitmesi için ikna edebiliyoruz. Bunun yanında oyunda kısa yollarda mevcut. Kapıların üzerine sağ tıkladığımızda otomatik olarak o mekâna giriyoruz veya odanın içinde gezerken 'boşluk' tuşu ile hızlı hareket edebiliyoruz. Çok sıkıştığımızda gözümüzden Bir şey kaçıp kaçmadığını anlamak için 'Tab' tuşuna bastığımızda, bulunduğumuz mekândaki tüm etkileşimli nesnelerin üzerinde bir simge çıkıyor. Oyunu menüden kaydedebiliyoruz ve menü çok klasik. Fazladan bir 'seçenekler' tuşu yok, bütün grafik ve oyun seçenekleri, tek menü de toplanmış. Bu durum ilkin kulağa pek hoş gelmese de oyuna başarılı bir şekilde entegre edildiğini ve sırıtmadığını söylemek gerek. Yapım, basitliklerine rağmen kesinlikle oyuncuyu sıkmıyor.

Kaynak: Level

Hiç yorum yok: